TOHUMUN ÖĞRETTİKLERİ
Umut Yayımcıltk'ın çıkardığı. Muzaffer Oruçoğlu'nun anı-romanını bundan beş yıl önce okuduktan sonra, "Komün" dergisinde değerlendirmiştim.Kitabı yeniden okumak, ilk okuduğumda aldığım hazdan, duyduğum sevinçten, kapıldığım coşkudan zerre kadar eksilme yaratmadığı gibi. tam tersine daha çok coşku, daha derin anlam kazanmama neden oldu. Bu bağlamda tekrar değerlendirme ihtiyacı duydum.M. Oruçoğlu'nun anı-romanı birden çok açıdan, değerlendirmeyi fazlasıyla hak eden bir eser.Bizler açısından özel önemi, çeyrek yüzyıllık mücadele tarihimizin hem en önemli ("Tohun'un toprağa düşmesini anlatıyor olması açısıyla) hem de tek romanı (ciddi edebi çalışma açısından) olmasından kaynaklanıyor.Siyasetin edebiyata içe irilmesinde alabildiğine başarılı olan çalışma, komünist hareketin: karın, buzun, kanın ve ateşin içinde çıplak yumruk, ihtilalci yürek, güneş sıcaklığında düşüncelerle kurulmasını anlatıyor.Hareketin kadroları bir elin parmağı kadar azdır. Taraftar ve kitlesi parmakla sayılacak kadardardır. Elde ne bir silah ne de sözü edilecek mühimmat vardır. Cepte ise beş kuruş yoktur. Fakat tüm engeller kafada, ışık kadar kuvvetli düşünce ve inançla yenilmiştir. Geriye kalan, dağa ve kitleye tutunmaktır. Kitle, devletle geleneksel düşmanlığı olan Dersim halkı, dağ, varlığıyla düşmanın şevkini ki dostuna da "beni tanı, denetimine al, iflahını kesmeyeceğin düşman yoktur" diye mavi buzullarıyla haykıran Munzur'dur.Romanın esası bu alanda geçmektedir. Romanın bir bütün olarak dökümünü yaptığımızda karşımıza gerilla-halk, gerilla-doğa, gerillanın kendi iç çelişkileri, gerilla-düşman. gerillanın nesnel durumu ve ütopyası gibi belli başlı sorunların değerlendirilmesi çıkıyor. Hiç şüphe yok ki aynı değerlendirmeler gerilla ile doğrudan dolaylı ilişkisi olan her kesim açısından da söz konusudur. Bir benzetme yapmak gerekirse; gerilla, durgun, durgun olduğu için de çürüyen ve çürüten bir yaşamın içine, suya düşen bir taş gibi düşüyor ve bu taş halka,halka etkisini etrafına yayıyor. Halkın yaşamının ortasında iltihaplı bir yuva gibi duran karakollar, zulüm ocakları olmasının cezasını çekiyor, birer birer bombalanıyor. Karakol komutanları zulümcü başları Mürsel, Deli Bekir karılarının sıcak kalçalarına rahat sarılıp yatamıyor. Fırlatılan bombanın tahribiyle karakol ve evlerinden çok yaşamları parçalanıyor. Yaşamı parçalanan sadece karakol komutanları değildir. Sömürücüler, karşılarında nasıl bir kuvvetin olduğunu bilmemenin ısısı içindedirler. Gerillaya dair en ufak bir gelişme, validen albayına kadar herkesi harekete geçirir. Asker ve "sivil" otorite arasındaki çatlak, yetki çelişmesi su yüzüne vurur.Hareket halk içinde arınmayı, netleşmeyi, saf tutmayıda zorunlu kılar. Topal İsmet, Hüseyin Güngör, Öğretmen Celal, Topal .Cafer gibi unsurlar insan tortusu olarak dibe vurur, devrimcilerin kanma ekmeklerini banıp yiyecek kadar alçalırlar. İhbarcı-muhbir olurlar. Bu unsurlar sadece devrimcilerin öfkesini değil, halkın lanetini hatta düşmanın aşağılamalarını da üzerlerine çekerler.Bu unsurlar yaşam karşısında kör ihtiras ve tutkularının kurbanı olup düşerlerken, açlığın, yoksulluğun gümbürtüyle kapısını çaldığı Kirve Memo ve Süleyman Nakış karı ve buzu devrimin kardelenleri olarak çatlatırlar. Bölgede en .sağlam ve güvenilir unsurlardır Kirve Memo ve Süleyman Nakış. Evlerini, sofralarını, düşünce-lerini gülümseyen avuçiçi gibi açarlar devrimcilere. Bütün varlıkları bir kaç keçi ve bir avuç toprak olan bu iki insan, romanda hem geçmişin birikiminin aktarılmasını sağlamada hem günün programının anlatılmasında hem de geleceğin ütopyasının kurulmasında düşüncelerin harmanlanıp geri döndüğü ve takrar şekillendiği denek taşlarıdır sanki.Yazımızın girişinde siyasetin edebiyata içirilmesinde romanın başarısından söz etmiştik. Bu görüşümüzü sürdürmekle birlikle roman, kendine içirilmeye çalışılan (İ. Kaypakkava yoldaşın "Seçme Eserler" kilahının) bir özeleştirisi gibidir. Seçme Eserler'de dünyada Afrika. Asya, Lalın Amerika'da olduğu gibi ülkemizde de ezilenlerin hışımla ayağa kalktığından, "kitlelerin büyük çoğunluğunun, kurtuluşlarının silahlı mücadele ile olacağını kavradığından'- sözedilir. Roman bunu yadsır. En ileri durumda olan köylüler (genel olarak da halk) hışımla ayağa kalkmak bir yana. hatırı sayılır derecede edilgen, tembel, tevekkül ve kurnazlds içindedir. Oer-sim'in. ilk çalışma alanı olarak meşinin nedeni romanda "iyi hır ayaklanma geleneği... Halkı, ve ilginçliklere açık oltnası, arazinin askeri harekete elverişliliği (...) çelişkinin şiddeti ve kitle temeli" biçiminde açıklanır (Tohum, sf.8). Var olan kitle içinde en ilen durumda olanlardan biridir Süleyman ' öyle-diğimizin anlaşılması için Nakış ile Ali Haydar arasında geçen bir konuşmayı aktarmakla yarar var: "Ee anlatın hele neler etliniz, ne çalışmana yürününüz" der Baha Nakış. "A ri köylüleri ve dağları tanımaya çalışıyoruz." diye cevapladı A. Haydar. ''Söyle/nesi ayıp köylüler ne düşünüyor durum hakkında.'" "Bir şey düşünmüyor şimdilik dinlemekle yetiniyorlar." (sf.27: Halkın durumu "şimdilik dinlemek'' iken, halkın devrimcilere bakışı Azeroğlu ile İbo ara...:■sında geçen bir değerlendirme de çok daha açıktır. İbrahim sorar: "Halkın size karsı davranışları nasıldır? Politikaya ve devrimci propagandaya karsı ilgileri nasıldır?" "Vallahi halk bize talebe diyor. Devlet elek-velek aradığı için acıyor. Öte yandan propagandamızı ilgi ile dinliyor. Gücünüz yok, devletle baş edemezsiniz yargısını sık sık yineliyor. Kuşku, tereddüt ve korku içindedir. Bize verdiği destek bilinçli ve gönüllü bir destek değildir. Acıma duygusundan kaynaklanan zoraki bir destektir. Ama ben bunu normal karşılıyorum." "Tabii normaldir. Bilinçli desteği bizler yaratacağız. Doğru bir devrimci hat bilinci yaratır, gönüllülüğü güçlendirip bir üst aşamaya var-dırır\sf.U)Bu alıntıların nedeni "halkın hışımla ayağa kalktığı", "büyük bir kısmının kurtuluşlarının silahlı mücadele 5> ile olacağını kavradığı" tesbitinin İ.K gerçekte ne kadar sübjektif olduğunu ispat etmek değildir. Bu konu, 78 yılında yapılan Birinci Sosyalist ,Forum'da eleştirilerek bir sonuca bağlanmıştı. Subjektivizme düşülen, sa-2) dece bu husus da değildi. Çağ tesbiti ye başkaca hususlar da buna dahildi. *Ş İşin ilginç yanı, aradan onca zaman geçmiş olmasına, yaşanan sürecin pratik sonuçlarını çıkarma olanağımızın olmasına rağmen hem geleneğin iki kesimi hem de Uzun Yürüyüş'le yazan Baran Parçacı gibi arkadaşlar 16 1- yenilginin derslerini çıkarmamak için ayak diriyor, "yenilginin nedeni objektif şartlardır" diyorlar. Gelgellim, "objektif şartlar"dan neyi anlatmak istediklerini bize anlatamıyorlar. Niyetimiz elbette roman üzerinden 72 yılında (şimdi İP, geçmişte TİİKP olarak bilinen) Şafak revizyonistleri ile girişilen ve beş temel belge olarak bilinen, geleneğin belgelerini burada tartışmak değildir. Biz "Tohum" romanının okunmasmı ısrarla önerirken, geleneğin genel hattının roman içerisindeki duruşuna dikkat çektik. Hiç şüphesiz ki roman salt bununla ilgili değildir. Bizi ilgilendiren esas yanı romanın önermesi, edebi gücü, estetik yanıdır.Romanın iç zenginliği, romana ait olan unsurların (karakterler, romanın önermesi, düş, ütopya, hareket karşısında olumlu-olumsuz değişim, roman kişilerinin tek tek öyküleri, buöykülerin birbiriyle diyalektik bağı ve romanın dili gibi unsurların) alabildiğine yerinde, teknik açıdan Türk edebiyatında az kullanılan bir tekniğin zaman zaman kullanılmış olmasıdır. Örneğin, Azeroğlu'nun çocukluğu bir başka olay üzerinden anlatılır. Aynı şey, Ali Haydar'in geçmişi ve geleceğine yönelik anlatıda da geçer. Niyazi'nin hemen tüm kapalı toplumlarda olan- büyücü, falcıdır. Dersim'de yaşamın mistik yanını anlatır. Dersim'in felaketli anlarıdır bunlar. Bin yıldır bu böyle sürmüştür. İnce, uzun boylu, kıvırcık saçlı bir genç; Ali Haydar, bin yıldır çekilen acının, duyulan öfkenin ayağa kalkışıdır. Niyazi'ni'nin Ali Haydar'a "Bin yılın hesabını soracaklar senden" demesi anlamlıdır.Romana konu olaylar, 12 Mart cuntasından sonra zifiri karanlığın halklarımızın üzerine zalim bir tarzda çullandığı dönemde yaşanmıştır ve kahramanlar, yakın tarihimize ışıklı izler bırakan, içimizden birileridir. İbrahim, Azeroğlu, Ali Haydar, Yeşil, Kamer, Özkan, vd.Romanda karakterler siyasal sistem içinde yaşayan sınıfların temsilcisidirler. Düşünüş ve yaşayışlarında, tem-sicisi oldukları sınıfın açık-derin izlerini görürüz.Proletaryanın ideolojisinin en yoğun, en berrak tarzda yansıdığı Ibo'dur. Nerede sesini duysak, nerede görsek, ırmaklarca coşkuludur... Dinlemek, anlamak, analiz etmek, denemek ve yeni sonuçlara ulaşmak. Ulaşılan her sonucu alabüdiğine berrak, anlaşılır bir biçimde etrafındakilere anlatmak. 'Yoktan' var etmek, var olanı çoğaltmak. Proletarya temsilcisinin karakteri bu biçimde yansır.Romanın başlangıç, gelişme ve sonuç aşaması, kendisiyle ilgili herşeyi geliştirir. Gerilla yaşama girmiştir ve yaşam asla eskisi gibi kalmaz. Karakterlerimizden Kirve Memo, romanın en canlı, en değişken ve en kestirmeden yaşamdan sonuç çıkaran kişisidir. En "edepsizce" şeyler "insan halidir" onun için; ağzından bal tadıyla dökülür. Köylünün ve insanın cinsel yaşamı, bütün yaşamı bulgur, ayran, yumurta, peynir olan kirve Memo'nun anlatımıyla iki yüzlülükten kurtulur. Anlatımındaki efendice tutku, ihtiras, okuyucu için "insan halinin" yerli yerine oturmasında önemli işlev görür.Hiç şüphesiz ki bütün bunlar, yıldızlara, güneşe ve gökyüzüne yakın bir insanın yaşamından çıkardığı sonuçtur. Bilincinde sıçrama yaratan, "ar damarı'nı Munzur gibi çatlatan bu sonuçtur. Topraktan öğrenip, kitapsız bilenlerin soyundan olan kirve Memo, devleti de, yaşadığı pratik sonucunda öğrenir ve bu öğreniş onun aklına, aklından gözlerine ışık doldurur. "Beser'in şimdiye kadar görmediği bir ışıktır bu." İşkencede bir adamın devleti yenmesinin, sır vermemesinin, koyunlarında getirdikleri yıldızları ayaklarının altına, sofrasına dökenleri ele vermemenin ışığı.Romanın önermesi ütopyası olmasının, romanı başarılı kılan öğelerden bir tanesi olduğunu belirtmiştik. Bu ütopya, en özlü söylenecek olursa, insanın insan üzerindeki her türden baskı ve sömürüsünün ortadan kalkmasıdır. Uzak ütopyalardan yakın olan Naciye, yazarın aşk, sevgi, kavga gibi değerlerini taşır. Mendil kadar tarlası, birkaç tavuğu olan Naciye romanda Munzur kadar zengin, yüce ve ulaşılmaz noktadadır. Aslı aranırsa, toplumdaki ilişkiler batak olduğu için Naciye bu bataklıkta açan bir güldür. Fakat Naciye yazarımızın düşsel kahramanı gibi geldi bana.Türkiye "sol-sosyalist" hareketi içinde Özel bir yeri vardır geleneğimizin. Bu özellik, "Tohum"un toprağa düşmesiyle 50 yülık revizyonizmi, reformizmi, çatlattığı buzun içine gömmesi ve "Tohum"un kanla sulanmasından gelir. Şöyle bir an düşündüğümüzde, mücadeleyi tcrkedenlerin yazdıkları ve başkaca kimi yazarların kaleme aldıkları romanların karakterlerinin hastalıklı ve mağlup unsurlar olması da ancak bu biçimde açıklanabilir."Tohum" hakkında söylenecek-yazılacaklar hiç şüphe yok ki bunlarla sınırlı değildir. Daha da önemlisi bizim tarihimiz, edebiyata, sinemaya, müziğe konu olabilecek alabildiğine zengin bir tarihtir. "Tohum"a sığmayacak kadar geniş, renkli ve ışıklıdır.Bu topraklar üzerinde sanat yapmak istiyorum diyen tüm sanat dallarında uğraşanlara bizim tarihimiz bu olanakları sunmaktadır. Bunun en önemli köşe taşı ise "Tohum"dur.Ata Yadigar.