AVUSTURALYA'DAN ANKARA'YA DEVRİMCİ KÜLTÜRÜN ÜRÜNLERİ
Muzaffer Oruçoğlu'nun son kez 1986 yılının nisanında, 13 yıllık bir hapishane yaşamı sonrasında tahliye edilip kelepçeli bir halde askere götürülürken gördüğü Ankara'da, "Avustralya'dan Anadolu'ya" adlı sergisi 18 şubat - 5 mart tarihleri arasında Ekin Sanat Merkezi'nde beğenilere sunuldu. .Bilincin tüm gücüyle yeteneği, rüyayı, arzuyu, dehayı, cinneti, içgüdüyü yanına alarak resme dönüştüğü Oruçoğlu'nun 1. ve 2. dönem olarak adlandırdığı resimlerinin konusunu, insan sorunlanna dair kargaşa, parçalanma, yabancılaşma, göçmenlik, işsizlik, kriz gibi temalar oluşturmaktadır. Avrupa ve Avustralya'da dolaşan siyasal bir göçmenin hayata bakışını, ruh halini, stil ve renk dünyasını anlamak bakımından önem taşıyan bu resimler, kanşık teknik, akrilik, yağlıboya, kesyap (kolaj) ve pastel tarzlarında yapılan çalışmalardan oluşuyor. Koptuğu bu beşiğe geri dönememesi nedeniyle yazılı bir konuşma metni gönderen Oruçoğlu, birinci ve ikinci döneme ait bu çalışmalannın saf ve yan-soyut stiller olduğunu belirtmiş. Akrilik, yağlıboya, kola], okaliptüs reçinesi gibi teknikleri bazen saf, bazen de iç içe kanşık olarak kullandığını ifade eden Oruçoğlu metnin devamında; "İyimserliğimi, güçlü ve zayıf yanlarımı, ışığa çıkmamış iç kargaşamı, hiçleşme eğilimimi, ciddi ve alaycıl dünyamı, renklerin birbirlerini özümleyen şaşırtıcı diliyle ifade etmeye çalıştım. Benim resim çizme çabam, gerçeklikten kopma, yepyeni bir gerçeklik yaratma, yani resmi birebir yaşama arzumdan kaynaklanıyor. Resim beni, doğanın ve hayvanlar âleminin bilinmeyen ruhuna, kargaşaya ve özgürlük duyusuna taşıyor" şeklinde açıklamalara yer vermiş.Alaycıl dünyanın resimleriSoyutlamayı, ifade zenginliğini yaratmanınjpir aracı .olarak gören Oruçoğlu, insanlığı figüratif resimlerle bir kez daha etkileyerek -kendisinin de ifade ettiği gibi- figürsüz renk âleminin görünmeyen figürlerini hayal gücüyle bulmaya çalışmış. Bugüne kadar kırktan fazla yerde kitlelerin beğenisine sunulan ve sonuncusu Ankara'da gerçekleştirilen serginin açılış konuşmasını yapan şair Ahmet Telli; şair, yazar, heykeltıraş, ressam gibi farklı özelliklerine değindiği Oruçoğlu'nun, efsane ve masal bölümlerindeki mizahi ironiye verdiği önemle gerçeği durmadan ti'ye alan bir ressam olduğunu ifade etti. Oruçoğlu'nun, felsefe ve hayat çizgisi içinde sanatını oluştururken içindeki gurbeti mücadeleci kültür geleneğiyle yüreklere taşıdığını söyleyen Telli; "Muzaffer siyasal bir sürgün olarak yaşamını sürdürürken doğduğu coğrafyanın kültürleriyle şimdi yaşadığı coğrafyanın kültürleri arasında derin bir sanatsal pratiği çıkarmıştır. Avustralya'nın okaliptüs ormanlan arasında duyulmayan Aborjinlerin yaşantılan ve onlann ezgileri ile Anadolu kültürlerinin sırlan resimlerine işlemiştir. İlginçtir, Kaygusuz Abdal ile Rus Beşlileri dinleyen Oruçoğlu, genelden evrensele o müthiş sanatsal isteği, sanatsal macerayı yakalamıştır" dedi. 60'lı yıllarda edindiği mücadeleci kültür geleneğini, devrimci kültürün mücadeleci karakteri ile birleştirdiğini ifade eden Telli, Oruçoğlu'nun sanatının hiç kimseye devrimciliğin bağışlanmayacağını söyleyen bir tezle karşımıza çıktığını vurguladı. Ahmet Telli aynı zamanda, tüketim ideolojisi içine hapsedilmiş ülkemizde, Muzaffer Oruçoğlu'nun resimlerini sahiplenme çağrısında bulundu.